Bitkiler gibi hareketsiz, yerlerinde sabit duran canlıların,
tohumlarını diğer bitkilere nasıl ulaştırdıklarını, tohum dağıtma
işleminin nasıl gerçekleştiğini belki bugüne kadar hiç düşünmemiş
olabilirsiniz. Oysa tohumlu bitkiler ilk var oldukları dönemden itibaren
hiçbir yardıma, hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan tohumlarını çeşitli
şekillerde dağıtma imkanına sahiptirler.
Dağıtım işleminin aşamalarını genel olarak şöyle özetleyebiliriz:
Döllenen çiçeklerden tohumlar oluşur. Bunlar kimi bitkilerde yere düşer,
kiminde rüzgarla havalanır, kiminde de hayvanlara takılır ve bu şekilde
çevreye dağılır. Ancak bu özet, bitki tohumlarının dağıtım sisteminin
oldukça yüzeysel bir tanımlamasıdır. Çünkü bu dağıtım işlemi detaylarına
inilerek incelendiğinde, bitkilerin ve hayvanların yaşamlarıyla direkt
bağlantılı pek çok ilginç olayın gerçekleştiği görülecektir.

Öncelikle
her bitkinin oluşturduğu tohum -önceki bölümde gördüğümüz gibi- farklı
bir şekle sahiptir. Bir tohumun ya da meyvenin şekline bakarak nasıl
yolculuk yaptığını yani nasıl dağıtıldığını tahmin etmek mümkündür.
Örneğin; bazı ağaçların etli, yumuşak, cezbedici koku ve renklerde
meyveleri vardır. Sindirime dayanıklı kalın kılıflı tohumları olan bu
ağaçlar, bu cezbedici özellikleriyle kuşları ve diğer hayvanları
kendilerine çekerler. Bazı tohumlarınsa iğneleri, çengelleri hatta olta
ve dikenleri vardır. Bu tohumlar kürklü hayvanlara takılarak taşınırlar.
Bazı tohumlar rüzgarda kümeler halinde, tüy ya da tüycükler şeklinde
seyahat ederler. Diğerleri kanatlara sahiptir ya da küçük balonlara
benzer şekilde şiştirler ve bu sayede uçabilirler. Havada yolculuk yapan
tohumların yeterince hafif olmaları, ayrıca şekillerinin de havada
uçmaya uygun bir tasarımda olması gerekmektedir. Bazı bitkiler ise
üremek için sadece tohumlarını toprağa düşürürler. Bazıları da
tohumlarını kendi kendilerine fırlatarak dağıtırlar. Bu fırlatma, tohum
kabı içinde büyüme sırasında oluşan gerilimin bir şekilde boşalmasıyla
sağlanır. Bazı bitkilerde ise tohum kabukları güneşte kuruduktan sonra
çatlayarak açılır ve toprak yüzeyine düşer.
Buraya kadar genel hatlarıyla verilen örneklerde, tohumların
yayılmasında çok detaylı bir sistemin tasarlanmış olduğu hemen
görülmektedir.
Tohumların dağıtılmasında asıl olarak dikkati çeken nokta çok farklı
parçalara ve dağıtım şekillerine sahip olmasına rağmen sistemin kusursuz
şekilde işlemesidir. Hayvanların taşıdığı tohumlar hep böyle taşınır ve
bu sistemde bir aksama meydana gelmez. Rüzgarla uçanlar uygun şekilleri
sayesinde hep uçarak hareket ederler.
Burada en çok dikkat çeken nokta ise, ilerleyen bölümlerde verilecek
örneklerde de görüleceği gibi hem hayvanların hem de bitkilerin bu
işlemler sırasında son derece şuurlu bir şekilde hareket etmeleridir.
Peki bu şuurun ve planın kaynağı nedir? Elbette ki bir çiçeğin ya da
ağacın, bir kuşla ya da sincapla biraraya gelerek bir dağıtım sistemi
kurmaya karar vermesi, bu canlıların neler yapacaklarını ve sistemin
nasıl işleyeceğini ortaklaşa tasarlamaları mümkün değildir. Bitkilerin
kendileri de üremek için plan hazırlayıp bu plana göre bir sistem kurmuş
olamazlar. Ama vakti geldiğinde her bitki üreme işlemlerini başlatır,
tohumunu oluşturur ve onu gerektiği gibi dağıtır. Diğer bitkiler de aynı
şekilde, aynı sırayla aynı sistemi kullanarak hareket ederler. Bu,
dünyanın her yerindeki aynı tür bitkiler için değişmeden devam eder.
BALİSTİK BİLGİSİNE SAHİP TOHUMLAR

Bazı
bitkilerin tohumlarının yayılması için çok güçlü olmayan etkiler bile
yeterli olmaktadır. Bir yağmur damlası üzerine düştüğünde ya da herhangi
başka bir kuvvet ile karşılaştığında tohumlarını havaya fırlatan
çiçekler vardır. Örneğin Akşam çuha çiçeği tohumlarını kuruyken kapalı
olan kapsüllerde saklar. Islanınca bu kapsüller hemen açılır ve bir kupa
şeklini alır. Bu durumdayken tohumların dağılması için yağmur damlaları
yeterli olacaktır. Kına çiçeği ise bütün yol kenarlarında görülebilen
sarı, portakal rengi ve kahverengi benekli çiçekleri olan bir bitkidir.
Dokunulduğunda bir silahın ateşlenmesine benzer bir şekilde tohumlarını
etrafa fırlatır.
Ancak burada çok ilginç bir nokta söz konusudur. Bilindiği gibi,
bitkiler durağan varlıklardır yani hareket edemezler. Fırlatma gibi bir
eylemin yapılabilmesi içinse mutlaka bir enerjinin var olması
gerekmektedir. Bu enerji, içerisinde tohumların bulunduğu meyve
yaprağındaki değişimler sonucunda ortaya çıkar. Kapalı bir tohum
düşünün. Bu tohumun meyve yaprakları güneşte kuruduğunda büzüşür. Bu
enerji yaratan bir değişimdir. Aynı şekilde tohum yağmurda ıslandığında
şişen meyve yapraklarının dokularında gerçekleşen değişim fırlatma
mekanizması için bir enerji kaynağı oluşturur. Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.60
Bitkilerdeki bu gibi dağıtım işlemlerinde son derece hassas dengeler
üzerine kurulu mekanizmalar vardır. Bitkinin harekete geçerek
tohumlarını yaymaya başlamasındaki zamanlama da çok önemlidir. Bu
konunun önemini Akdeniz salatalığının tohumlarını nasıl yaydığını
detaylandırarak görelim.
AKDENİZ SALATALIKLARINDAKİ ROKET SİSTEMİ

Akdeniz
salatalığı benzeri bitkiler, tohumlarının yayılması için kendi
güçlerini kullanırlar. Olgunlaşmaya başlamasıyla birlikte Akdeniz
salatalıklarının içleri yapışkan bir sıvıyla dolmaya başlar. Sıvıdan
kaynaklanan basınç gittikçe artar ve sonunda basınca dayanamayan
bitkinin sapı patlar. Sap patlarken, havaya fırlatılan roketin arkasında
bıraktığı ize benzer bir şekilde içindeki sıvıyı da dışarıya fışkırtır.
Bu sayede sıvıyla birlikte salatalığın tohumları da toprağa dağılmış
olur.
İlk bakışta sadece bir bitkinin olgunlaştığı için patlaması olarak
düşünülecek bu işlemdeki mekanizma aslında çok hassastır. Öncelikle
salatalığa sıvının dolmaya başlamasıyla salatalığın ve tohumlarının
olgunlaşmaya başladığı dönemin aynı zamana denk gelmesi gerekmektedir.
Çünkü sistem daha önce çalışmaya başlasa, tohumlar olgunlaşmadan
patlayan salatalık hiçbir işe yaramayacaktır. Bu da bitkinin
üreyememesine yani bu türün yok olmasına neden olacaktır. Fakat bitkide
yaratılmış olan mükemmel zamanlama sistemi sayesinde böyle bir tehlike
oluşmaz. Sistem tam gereken vakitte harekete geçer ve tohumlar dağılmaya
başlar.
Bu hassas zamanlama tohumunu patlatarak yayan bütün bitkiler için
geçerlidir. Bitkilerdeki bu sistemin aksaklık çıkmadan işlemesi böyle
bir sistemin nasıl ortaya çıktığı sorusunu da beraberinde getirmektedir.
Öncelikle, açıkça görüldüğü gibi bitkinin üremesi için sistemin bir
bütün olarak var olması zorunludur. Her birinin en başından itibaren
aynı anda var olması gereken bu mekanizmaların yüzlerce, binlerce hatta
milyonlarca yıl süren değişimlerin sonucunda evrimleşerek geliştiğini
iddia etmek ise akıl ve mantık dışıdır. Çünkü salatalık da, içindeki
sıvı da, tohumlar da, tohumların olgunlaşması da herşey aynı anda ortaya
çıkmalıdır. Herhangi bir aksaklık bitkinin tohumlarını yayamamasına ve
bir süre sonra da neslinin tükenmesine neden olur. Üstelik bu sistemin
hangi parçasını aradan çıkarırsanız çıkarın, hep aynı sonuçla
karşılaşırsınız.
Açıkça görüldüğü gibi tek bir tohumun dağıtım aşamasındaki detaylar
bile, bitkilerin tüm parçalarıyla birlikte, eksiksiz ve kusursuz bir
biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu ise kör tesadüflerle,
rastgele ve bilinçsiz doğa olaylarıyla gerçekleşmesi mümkün olmayan bir
durumdur. Açık olan gerçek şudur ki, bitkiler, herşeyi yaratmış olan
Allah tarafından eksiksizce yaratılmışlardır. Üstün güç sahibi olan
Allah’tan başka ilah yoktur. Akıl sahibi her insana düşen ise bu gerçeği
unutmadan yaşamak ve her işinde Allah’a yönelmektir.
Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. (Taha Suresi, 98)
DİĞER BİTKİLERDEN ÖRNEKLER
Çalı bitkisi de kendi kendine açılma yöntemiyle üreyen
bitkilerdendir. Ancak bu bitkinin sistemi, Akdeniz salatalığının tam
tersi bir şekilde işlemektedir. Çalı bitkisi tohumlarının içinde
bulunduğu kabuğun patlaması, içindeki herhangi bir sıvının yardımıyla
değil, bitkide meydana gelen buharlaşma sayesinde olur. Bu kabuğun
güneşe bakan yüzü, sıcaklık arttıkça gölgede kalan yüzünden daha hızlı
bir şekilde kurumaya başlar. Bu durum, iki taraf arasında bir basıncın
ortaya çıkmasına neden olur. En sonunda kabuk ortadan ikiye ayrılır
böylece içindeki çok sayıdaki küçük siyah tohum değişik yönlere dağılmış
olur. David Attenborough, The Private Life of Plants, Princeton Univ.
Press, Princeton, New Jersey, s.16
Hura ağacı (Hura Crepitans) ise Brezilya’ya özgü tropikal bir
ağaçtır. Tohumları bir düzine odacığın birleşmesinden oluşan bir kapsül
şeklindedir. Tohum kapsülleri güneş ışınlarının altında büyük bir güçle
patlarlar. Hura ağacı, tohumlarını uzağa fırlatma konusunda en başarılı
ağaçlardandır. Öyle ki tohumlarını yayma vakti geldiğinde, onları
yaklaşık olarak 12 m. uzaklığa kadar fırlatabilir. Bu patlamadan sonra
etrafa hem tohumlar hem de ikiye bölünmüş kabuklar saçılır.
TOHUMLARINI RÜZGARLA DAĞITAN BİTKİLER
Hava yolu ile taşınan tohumların yeterince hafif olmaları
gerekmektedir ve şekilleri de uçmaya uygun şekilde dizayn edilmiş
olmalıdır. Örneğin; fındığın ya da hindistan cevizinin büyüklüğünde ve
ağırlığında bir tohumun uçmasına imkan yoktur. Bu nedenle rüzgarla
taşınan bütün bitkiler çok hafiftirler; ya tüyümsü ya da kanat benzeri
yapılara sahiptirler.
Ayrıca uçan tohumların büyük bir çoğunluğu sonbaharın başında yani
rüzgarların en şiddetli estiği dönemlerde olgun hale gelirler. Burada
rüzgarların ortaya çıkışı ile tohumların olgunlaşma döneminin tam bir
uyum içinde olması elbette ki dikkat çekicidir.
Tohumlarını rüzgarla dağıtan bitkiler de diğerleri gibi kendi
içlerinde farklı ve özel yapılara sahiptir. Örneğin Kuzey Afrika
çöllerinde meyveler ve tohumlar ya kanatlıdır ya da hafif ve tüylüdür.
Kuzey Doğu Sudan’daki Nubian Çölü’ndeki ve Kuzey Amerika çöllerindeki
bitkiler, meyve ve tohumlarını esintilerle yayarlar. Orta Doğu ve Kuzey
Afrika’daki bitkilerse top gibi yuvarlak olur ve kurak zamanda rüzgar
tarafından sürüklenirler.
www.britannica.com/bcom/eb/article/9/0,5716,68289+1+66568,00.html
Karahindiba, marul ve devedikeni, tohumlarını rüzgarla dağıtan
bitkilerden bazılarıdır. Tohumlarını rüzgarla taşıtan bitkilere başka
bir örnek olarak da yer kirazını verebiliriz. Yer kirazı tohumları kağıt
benzeri hava dolu kesecikleri içindedir. Bu kesecikler küçük balonlar
gibi tohumların rüzgarda hareket etmesini sağlar.

Bu
konuyla ilgili olarak verilen örnekler incelenirken akılda tutulması
gereken önemli bir nokta vardır. Bir bitkinin üreme şeklini zaman içinde
değiştirmesi, örneğin hayvanlar tarafından toprağa gömülerek üreyen bir
bitkinin tohumunun, zamanla rüzgarla taşınacak kadar hafif hale gelmesi
mümkün değildir. Kayısı çekirdeği gibi ağır bir tohumun aradan ne kadar
zaman geçerse geçsin, binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca yıl geçse
de, rüzgarla taşınacak kadar hafif bir tohum haline gelmesi,
kenarlarında kanat benzeri yapıların oluşması imkansızdır. Bu, hiçbir
yönden mantıkla ve bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan bir iddia olacaktır.
Çünkü doğada böyle bir değişimi planlayacak ve uygulayacak bir şuur
yoktur. Doğadaki taş, ağaç, toprak, hayvanlar böyle bir planlama
yapamazlar. Bitkinin kendisi de doğanın bir parçasıdır ve tohumlarında
bilinçli düzenlemeler yapacak bir yeteneğe sahip değildir.
Bu gerçekler düşünüldüğünde tohumların ilk ortaya çıktıkları andan
itibaren şu andaki özelliklerine sahip oldukları hemen anlaşılmaktadır.
Bu da tohumların bir anda yaratılmış olduklarının binlerce hatta
milyonlarca delilinden biridir. Tohumların, taşınmaya uygun yapılarında
açık bir tasarım vardır ve bu tasarım sonsuz ilim sahibi olan Allah’a
aittir.
Havada uçan tohumların uçuş prensiplerini inceleyen mühendisler
Zanonia tohumlarıyla ilgili son derece şaşırtıcı bir sonuç elde
etmişlerdir. Zanonia tohumlarındaki yerçekimi merkezini inceleyen
mühendisler eğer yerçekimi merkezi geriye kaydırılmış olsaydı tohumların
daha yavaş bir şekilde hareket edeceğini tespit etmişlerdir. Ancak
Zanonina tohumları sahip oldukları kusursuz şekil ve genel yapı
sayesinde uzaklara rahatlıkla gidebilmektedir.. Alfred Stefferud, The
Wonders of Seeds, s.68-69
TOHUMLARIN UÇMALARINI KOLAYLAŞTIRAN ÖZEL TASARIMLAR
Rüzgarla taşınan bitki tohumlarının hareket kabiliyeti sadece tohumun
büyüklüğüne, yere olan mesafesine ya da rüzgara bağlı değildir. En
önemli etkenlerden biri, kuşkusuz ki tohumların sahip oldukları özel
şekiller ve ek yapılardır. Uçan tohumları genel olarak kanatlı,
paraşütümsü, toz tohumlar ve tüylere sahip olan tohumlar olarak
gruplandırmak mümkündür.
PERVANE KANATLI TOHUMLAR

Hava
yolunu kullanarak üreyen bitkilerden Avrupa akçaağaçlarının tohumları
helikopter pervanesine benzer çok ilginç bir tasarıma sahiptir. Bu
tohumların sadece tek taraftan çıkan kanatları vardır. Bu kanatları
sayesinde uygun şiddette bir rüzgar olduğunda kendi etraflarında dönerek
hareket edebilirler. Olgunlaşan her kanat zar gibi bir görüntüye
sahiptir ve üzerinde bulunan damarlarla tıpkı bir böcek kanadına benzer.
Kendi etraflarında dönecek şekilde hareket etmelerini sağlayan bir
dizayna sahip olmaları akçaağaç tohumlarının düşüş hızını yavaşlatır.
Eğer rüzgar yoksa tohumlar yavaş yavaş ve helis şeklinde bir hareketle
(kendi etraflarında dönerek) yere düşerler. Akçaağaçlar yaşadıkları
bölgeye seyrek olarak dağıldıkları için, döllenme işlemlerinde en büyük
yardımcıları rüzgarlardır. Ufak bir rüzgar esintisinde dahi kendi
etraflarında dönme hareketi yapacak bir tasarıma sahip olan helikopter
tohumlar, bu özellikleri sayesinde kimi zaman kilometrelerce süren uzun
mesafeleri bile aşabilirler.
Terminalia calamansanai adlı bitki ise “V” şeklinde kanatlara
sahiptir. Bu özellik sayesinde sakin bir hava akımında tıpkı kağıttan
bir uçak gibi rahatlıkla havada kayarak uçabilir. Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.54-55
PARAŞÜT TOHUMLAR
İnsanların yüksekten atlamak için kullandıkları paraşütler özel
olarak tasarlanmış bir şekle sahiptir. Rüzgarı içlerine almalarını
sağlayan yapıları ile, kendilerini kullanan kişiye havada hareket etme
imkanı verirler. Bazı tohumlarda da paraşütlere benzer bir yapı vardır.
Paraşüt tohumlar olgunlaştıklarında hemen ağaçtan yere düşmezler.
Onları daha uzağa götürecek kuvvetli rüzgarların çıkmasını beklerler.
Eğer böyle olmasaydı ana bitkinin çok yakınına düşeceklerinden büyüme
imkanları daha az olurdu.

Paraşüt
tohumların hızı, tohumun büyüklüğüne ve yapısının gözenekli olup
olmamasına bağlıdır. Tohumun sahip olduğu paraşüt benzeri bölüm ne kadar
büyükse hızı o kadar yavaştır. Ayrıca ne kadar az gözenekliyse havanın
hareketlerine o kadar hassas olur. Tohumların bu gözenekli yapısı da
Silybum marianum bitkisinde olduğu gibi basit ipekli olmasına,
devedikeninde (Cirsium occidentale) olduğu gibi tüylü olmasına veya kum
otundaki (Scabiosa stellata) gibi zarlı yapıda olmasına bağlı olarak
değişir. Françoise Brenckmann Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des
Graines, s.56
Bu birkaç örnekte de görüldüğü gibi, paraşüt tohumlar son derece
detaylı tasarlanmış özelliklere sahiptir. Tohumun hızının artması ve
daha kolay hareket etmesi için gerekli olan her detay bu tasarımda
mevcuttur.
Bu tasarımın tesadüfen meydana gelemeyeceğini açıklamak için şöyle
bir örnek verelim. İnsanların kullandıkları paraşütleri düşünün.
Kuşkusuz bunların özel bir tasarıma sahip oldukları konusunda hiç
kimsenin bir tereddütü ya da itirazı yoktur. Bir paraşütün kendi kendine
ortaya çıkamayacağını herkes bilir. Paraşütü ilk olarak düşünüp
tasarlayan bir kişi vardır. Paraşütü yapmak için kullanılacak kumaşın
ipliğini üreten, bu ipliği dokuyarak kumaş haline getiren bir fabrika,
sonra bu kumaşları birleştiren insanlar vardır. Paraşütün havadayken
açılmasını sağlayan mekanizma özel olarak tasarlanıp yapılmıştır. Durup
dururken bir kumaşın paraşüt şeklinde biraraya gelemeyeceği ve havada
uçabilecek bir sistem kazanamayacağı çok açıktır.
Peki o halde paraşüt gibi yapıları olan -hatta bir paraşütten çok
daha kompleks mekanizmalara sahip- tohumlar nasıl ortaya çıkmışlardır?
Gözenekli yapılarının az ya da çok olması gibi detaylar kim tarafından
düşünülmüştür? Bu soruya cevap olarak “bunlar tohumlardaki bilgilerde
kodludur” diyenler olabilir. Bu durumda söz konusu kişiler, ilk tohumun
nereden çıktığını, nasıl meydana geldiğini, bu bilgilerin tohumun içine
nasıl yerleştiğini açıklamalıdırlar. Bu ilk tohum kendi kendine,
tesadüflerle böyle bir bilgiye sahip olmuş olamaz. Tohumun yapısını
meydana getiren kör ve şuursuz atomlar bir gün karar alıp “Biz tohum
denen bir cisim oluşturalım, içine dev ağaçların, birbirinden ilginç
bitkilerin, rengarenk çiçeklerin, son derece lezzetli meyvelerin
bilgilerini kodlayalım, daha sonra bu tohumu yeryüzüne yayıp tüm dünyada
milyonlarca çeşit bitki oluşturalım” demiş olamazlar.
Böyle bir iddiada bulunmak elbette akıl ve mantık sahibi bir insanın
yapabileceği birşey değildir. Nasıl ki bir paraşüt kendi kendine ortaya
çıkamazsa paraşüt benzeri tohumların da kendiliğinden ortaya
çıkamayacakları, bu kadar detaylı tasarımlara tesadüfen sahip
olamayacakları açıktır.

Nitekim
evrimciler ne kadar çabalasalar da tohumların ortaya çıkışlarına
tesadüflerle açıklama getirememektedirler. Evrimci bir yayın olan Grains
de Vie adlı eserde, paraşüt yapılı tohumların sahip oldukları tasarım
“anlaşılamamış bir konu” olarak ifade edilmektedir:
Evrimin nasıl olup da uçmaya böylesine incelikli olarak adapte olmuş
uygulama noktaları ortaya çıkarabilmiş olması hala anlaşılabilmiş bir
konu değildir. Françoise Brenckmann Grains de Vie, Le Monde Merveilleux
Des Graines, s.56
Yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi evrimciler, kendi hayal
dünyalarında ürettikleri “evrim” gibi soyut, hayali bir kavramı adeta
müstakil bir güç olarak nitelendirmekte, evrimin birşeyler yapma,
düzenleme, tasarlama, meydana getirme gücü varmışçasına ifadeler
kullanmaktadırlar. Oysa “evrim” bir güce sahip değildir. Evrimin temel
yönlendiricisi olarak kabul edilen tesadüf ise başıboş bir süreçtir;
kusursuz sistemler oluşturabilecek bir güce sahip değildir.
Tohumlar, içlerine gerekli bilgileri yerleştiren, nasıl bir ortamda
yaşadıklarından ne gibi sistemlere ihtiyaçları olacağından haberdar olan
bir güç tarafından bu özellikleriyle birlikte var edilmişlerdir. Bu,
elbette ki hiçbir benzeri olmayan bir güçtür ve tüm alemleri yaratmış
olan Allah’a aittir. Allah evreni yaratmış, kusursuz bir düzen içinde
herşeyi biçimlendirmiştir. Akıl sahibi her insana düşen evrendeki düzeni
gözlemleyerek Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmektir. Allah
ayetlerinde Kendisi’nden başka ilah olmadığını ve kurtuluşun yalnızca
Kendisi’ne ibadet etmekte olduğunu şöyle buyurmaktadır:
“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize
döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” Hak melik olan Allah pek
Yücedir, Ondan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş’ın Rabbidir. Kim Allah
ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan)ı olmaksızın
başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin Katındadır. Şüphesiz
inkar edenler kurtuluşa eremezler. (Mü’minun Suresi, 115-117)
TOZ GÖRÜNÜMLÜ TOHUMLAR

Haşhaşların
ve aslanağızlarının meyvaları rüzgarla sallandıkları zaman etrafa
binlerce incecik tohum serperler. Bu tohumlar öyle küçüktür ki, havada
uçan toz taneciklerine benzer. Bu bitkilerde tohumların bulunduğu
kapsüllerin üst kısımlarında gözenekler vardır. Gözenekleri tuzluğun üst
kısımlarındaki deliklere benzetmek mümkündür. Öyle ki geçtiğimiz
yüzyılın başında tuzluğu icad eden R.H. France da bu bitkilerdeki
ustalıkla yapılmış sistemden esinlenmiştir. Françoise Brenckmann Grains
de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.57
Orkidelerinse üç tohum kabı olan kapsülleri vardır. Bu kapsüller
olgunlaştıkları zaman etrafa incecik, küçük tohumlarını toz bulutları
halinde saçarak patlarlar. Tohumların hiçbir ağırlıkları yoktur. Hiçbir
besin depoları yoktur. Hatta embriyo henüz tam olarak oluşmamıştır bile.
Yeşerebilmek için orkide tohumlarının çok özel şartlar bulmaları
gerekmektedir. Bu, bir dezavantaj değildir. Çünkü orkide tohumlarının
sayısı inanılmaz derecede çoktur.
TÜY GÖRÜNÜMLÜ TOHUMLAR
Tıpkı paraşütlü tohumlar gibi tüylü olanlar da doğrudan yere
düşmezler. Ana bitkiden ayrılmak için rüzgarın onları sallamasını
beklerler. Bu tohumlara örnek olarak filbaharını (Clematite)
verebiliriz. Pampa otu (Perbe de la pampa) gibi uzun tüylü olan bitkiler
de, bayrak gibi rüzgarda dalgalanırlar. Bu tüyümsü yapıları ile
tohumlar rüzgarla birlikte uzaklara taşınabilirler.
TOHUMLARINI SUYLA DAĞITAN BİTKİLER
Deniz ya da ırmak kenarında yetişen bitkiler, tohumlarını suyu
kullanarak dağıtırlar. Bu tür bitkiler suya dayanıklı olmalarını
sağlayan çok özel yapılara sahiptir. Su geçirmeyen ve suda batmayan,
uzun bir deniz yolculuğundan sonra bile yeşerme özelliğini kaybetmeyecek
kadar dayanıklı olmalarını sağlayan bir tasarımları vardır.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkilerin tohumlarındaki su geçirmezlik
özelliği kalın ve cilalı dış tabaka ile sağlanmıştır. Suda batmazlık
özelliği ise bazen bir hava odası ile bazen havadar süngerimsi bir yapı
ile, bazen de küçük tohumlardaki gibi yüzey geriliminin kullanılması ile
sağlanır.

Hindistan
cevizi, tohumlarını suyla yayan bitkilerden biridir. Tohum, taşımanın
güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert
kabuğun içinde uzun bir yolculuk için -su da dahil olmak üzere- ihtiyaç
duyulan herşey hazırdır. Dış tarafı ise tohumun sudan zarar görmemesi
için oldukça sert bir dokumayla kaplanmıştır. Hindistan cevizi
tohumlarının en dikkat çekici özelliklerinden biri ise suda
yüzebilmelerini ve batmamalarını sağlayan hava boşluklarına sahip
olmalarıdır. Bütün bu özellikleriyle hindistan cevizi tohumları yüzlerce
kilometrelik geniş bir alan içinde okyanus akıntılarıyla taşınabilme
imkanına sahiptir. Tohum kıyıya ulaştığında filizlenmeye başlar ve bir
hindistan cevizi ağacı olarak yetişir. Solomon, Berg, Martin, Villie,
Biology, Saunders College Publishing, s. 751
Hindistan cevizleri, deniz akıntıları ile yayılma konusunda en
başarılı bitkilerdendir. Bu büyük oval çekirdek dünyanın bütün tropikal
kıyılarında bulunur. Hindistan cevizinin batmamasını sağlayan asıl neden
lifli bir meyve olmasıdır. Çünkü hava, bitkinin lifleri arasına
hapsolmuştur.Hindistan cevizinin dış kabuğu düz, cilalı ve su
geçirmezdir. Bu özellikleri ile bitki, deniz üzerinde aylarca yüzebilir.
Tropikal enlemlerde seyahat eden tohumlardan başka biri de büyük
baklagil tohumlarından olan deniz fasulyeleridir. Çok kalın ve su
geçirmez olan dış kılıfları ve çok uzun yaşayabilme özellikleri
sayesinde bu tohumlar seyahat eden bitkiler arasında en iyileridir.
Tohumlarında ya da tohumları içeren meyvelerin içinde bulunan hava
odaları sayesinde denizde batmazlar. Deniz fasulyelerinin tohumları
hindistan cevizininkiler kadar büyük değildir ve taşıma işleminde sadece
nehirleri kullanır. David Attenborough, The Private Life of Plants,
Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s.24
Bundan başka Caesalpinia bonduc adlı bitkinin tohumları da deniz
akıntıları sayesinde çok uzaklara kadar gidebilir. Yuvarlak ve gri
renkteki bu küçük tohum, kalın kılıfının altında bulunan hava odası
sayesinde suda batmaz. Yıllarca denizde kalabilir ve bu süre boyunca
yeşerme özelliğini kaybetmeksizin dayanabilir.
Tropikal bir Afrika bitkisi olan Entada gigas tohumları ise kalp
şeklinde çok ilginç bir yapıya sahiptir. Tohumlar çok büyük boyutlardaki
etli kısmın içerisinde yetişir. Su kenarları boyunca yetişen bu bitki
şiddetli yağmurlarla taşınarak Atlantik Okyanusu’na kadar ulaşır. Bu
şekilde yıllar süren yolculuklarına çıkan tohumlar, Avrupa’ya, Meksika
Körfezi’ne ve Florida’ya kadar giderler. Ve ulaştıkları yerde yeni bir
bitki olarak yetişirler.

Tohumlarını
suyla yayan başka bir bitki türü de Pancratium maritimum yani deniz
zambağıdır. Akdeniz’in ve Atlantik’in kumlu sahillerinde görülen
bitkinin yayılması, köşemsi yapıdaki siyah ve olağanüstü hafif tohumları
ile olur. Tohumların dış kılıfı yosun gibi bir yapıya sahiptir. Grains
de Vie, s.38-39
Nasturtium (tere) benzeri bitkilerin tohumları hidrofob (su
geçirmeyen) bir cila ile kaplıdır. Bu cila, onların suyun yüzey
gerilimini kullanmalarını ve dolayısıyla batmamalarını sağlamaktadır. Bu
sayede bitkilerin tohumları ırmakları yüzerek geçebilmektedir. Grains
de Vie, s.41
Suyu kullanarak tohumlarını dağıtan bitkiler kendi ağırlıklarını
azaltıcı ve yüzey alanlarını artırıcı bir yapıya sahiptir. Havayla dolu,
su üzerinde yüzen bu yapı genellikle meyvelerde ve tohumlarda bulunur.
Yüzen dokunun birkaç değişik şekli olabilir. Havayla dolu olan
hücrelerde içi boşluklu süngerimsi bir yapı olabildiği gibi hücre
aralarındaki boşlukları yok edecek şekilde tohumun içine hava hapsolmuş
bir yapı da olabilir. Tohumlar işte bu yapılar sayesinde yüzerler.
Bundan başka yüzen dokunun hücre duvarları, suyun içeriye girmesini
engelleyecek bir yapıya sahip olmalıdır. Ayrıca bitkinin bilgilerinin
saklandığı embriyoyu korumak için de bir iç katman vardır. Tohumlardaki
bu açık tasarım Allah’ın yeryüzünde yarattığı sayısız yaratılış
delilinden yalnızca bir tanesidir.

Bu
bölümde verilen örneklerde de görüldüğü gibi, su yoluyla üreyen
bitkilerdeki en önemli özellik, tohumların tam karaya ulaştıkları zaman
açılmalarıdır. Aslında bu son derece ilginç ve istisnai bir durumdur
çünkü bilindiği gibi bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda
çimlenmeye başlarlar. Ama bu durum söz konusu bitkiler için geçerli
değildir. Tohumlarını suyla taşıyan bitkiler özel tohum yapıları
sayesinde bu konuda ayrıcalıklıdırlar. Eğer bu bitkiler de diğerleri
gibi suyu görür görmez hemen çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan
tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları sayesinde
bu bitkiler varlıklarını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
Yeryüzündeki tüm bitkiler kendileri için en uygun yapılara sahiptir.
Her türe özgü istisnai özellikler akla, “nasıl olup da her tür bitkinin
ihtiyaçlarıyla yaşadıkları ortamın özellikleri birebir uyumludur ve bu
özellikler nasıl ortaya çıkmıştır?” sorularını getirecektir.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkileri örnek alarak düşünecek olursak,
bu bitkilerin tesadüfen ortaya çıkmış olamayacaklarını bir kere daha
bütün açıklığı ile görürüz. Bu bitkilerin tohumlarının suda uzun süre
kalabilmek için normalden daha dayanıklı bir yapıya ihtiyaçları vardır;
bu yüzden kabukları oldukça kalındır ve embriyoyu sudan koruyacak özel
bir yapıları vardır. Böyle bir yapının tesadüflerle, bitkinin kendi
müstakil çabalarıyla var olamayacağı açıktır. Ayrıca tohumların uzun
yolculukları sırasında normalden daha fazla besine ihtiyaçları olacaktır
ve tam gerektiği kadar besin, bu tohumların içine yerleştirilmiştir.
Elbette ki bu da tesadüfen ortaya çıkamayacak bir özelliktir. Bir
bitkinin yolculuk süresini ve besin ihtiyacını hesaplayıp, gereken
miktarı tohumunun içine yerleştiremeyeceği apaçık bir gerçektir. Bu
bitkilerin tohumları tüm diğer bitkilerin aksine suda bulundukları süre
içinde çimlenmez ancak tam karaya geldikleri anda çimlenmeye başlarlar.
Böyle bir zamanlamanın da tesadüfen gerçekleşmesi olanaksızdır.
Bu hassas hesap ve ölçülerin tümü, tohumları yaratan, onların her
türlü ihtiyaçlarını ve özelliklerini bilen, sonsuz akıl ve bilgi sahibi
olan Allah tarafından kusursuzca tasarlanmıştır. Allah herşeyi bir ölçü
ile yarattığını ayetlerinde şöyle bildirmektedir:
Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar
bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (Hicr
Suresi, 19)
TOHUMLARINI BAŞKALARINA TAŞITARAK DAĞITAN BİTKİLER

Otların
içinde yürüdüğünüzde giysinize takılan, köpeğinizin tüylerine yapışan
tohumlar bu taşınma işlemi için tasarlanmış özel yapılara sahiptir.
İğneler, çengeller, olta ve dikenler bu bitkilerin hareket eden
cisimlere yapışmasını sağlayan yapılardan birkaçıdır. Bazı türlerde ise
bunların yerine dikkat çekici koku, renk ya da lezzete sahip meyveler
vardır. Bu meyveler hayvanları cezbedebilmek, tohumları taşımalarını
sağlamak için süslenerek dizayn edilmiş gibidirler. Renk, koku, şekil ve
sunuş bakımından kusursuzdurlar. Şeker, su, enerji ve mineral tuzlar
bakımından zengin olan meyveler hayvanlar için her yönden caziptir. Bu
meyveleri yiyen hayvanlar tohumların açığa çıkmasını sağlayarak
bitkilerin çoğalmasına büyük yardımda bulunmuş olurlar. Bu sayede söz
konusu bitkiler taşıyıcılar vasıtasıyla çok geniş alanlara
dağılabilirler.
KARINCALAR VE TOHUMLAR ARASINDAKİ UYUMLU İLİŞKİ
Biraz önce de belirttiğimiz gibi, bazı bitkilerin üremeleri
hayvanlara bağlıdır çünkü tohumları hayvanlar tarafından taşınır. Bu
dağıtım şekli hayvanlar ve bitkiler arasında dikkat çekici bir
birlikteliğin ve uyumun var olduğunu gösterir. Örnek olarak çevresi
yağlı, yenilebilir bir dokuyla kaplı olan bir tohumu ele alalım. İlk
bakışta alelade gelebilecek bu yağlı doku, gerçekte bitkinin neslinin
devamlılığı açısından çok önemli bir detaydır. Çünkü bu özellik
karıncaların söz konusu bitkiye ilgi duymasına sebep olmaktadır. Bu
bitkilerin üremesi pek çok bitkiden farklı olarak karıncalar vasıtasıyla
gerçekleşir.
Hemen her bitkide olduğu gibi bu türün tohumunun da filizlenebilmesi
için toprağın altına girmesi gerekmektedir. Ayrıca tohumun iç kısmında
bulunan ve filizlenmeyi gerçekleştirecek olan bölümün de açığa çıkması
gerekmektedir. Bitki bu ihtiyaçlarını kendisi karşılayamaz ama bunları
onun için yapan karıncalar vardır. Bu bitkilerin tohumlarındaki yağlı
doku, taşıyıcı karıncalar için çok cazip bir yiyecektir. Karıncalar
bunları büyük bir istekle toplayıp yuvalarına taşırlar. Böylece ilk
aşamada hiç bilmeden tohumu toprağın altına gömmüş olurlar.

Bundan
sonra bitki için önemli olan ikinci bölüm başlamaktadır. Karıncalar
binbir zahmetle tohumları yuvalarına taşımalarına rağmen sadece kabuğunu
yer, etli iç kısmını bırakırlar. Bu sayede hem karınca besin elde
etmiş, hem de bitkinin üremesini sağlayacak bölüm toprak altına inmiş
olur. David Attenborough, The Private Life of Plants, Princeton
University Press, Princeton, New Jersey, s. 24
Peki karınca ve tohum arasındaki bu uyum nasıl ortaya çıkmıştır?
Karıncanın bunu bilinçli olarak yaptığı yani bitkinin üremesi için
neyin gerekli olduğunu bildiği ve buna göre hareket ettiği gibi bir
düşünce elbette ki mantıken kabul edilemez. Ya da karıncanın bir gün
tesadüfen tohumu keşfettiği, bunu toprağın altına götürüp yediği, sonra
da buradan bir bitkinin çıktığını görüp bu işlemi devam ettirdiği,
çevresindeki karıncalara bunu öğrettiği, kendinden sonraki nesillere de
bir şekilde bunu yapmaları gerektiğini haber verdiği gibi bir tez öne
sürmek de elbette ki akılcılıktan ve bilimsellikten tamamen uzak
olacaktır. Bitkinin de üremek için bu karınca türünün hoşuna gidecek
özellikleri bir şekilde öğrendiği ve tohumunu bu özelliklere uygun hale
getirdiği, karıncayla aynı ortamda bulunmayı ayarladığı gibi bir iddia
da bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği olmayan bir safsata olmaktan öteye
gidemeyecektir.

Bu
durumu şöyle bir örnekle netleştirebiliriz: Bir eve girdiğinizi
düşünün. Evin içinde bir televizyon olsun ve yanındaki sehpada da bir
televizyon kumandası duruyor olsun. Kumandayı elinize aldığınızı ve
bununla televizyonu açtığınızı, kanallar arasında dolaştığınızı düşünün.
Bu durumda ne düşünürsünüz? Muhtemelen, “bu kumanda bu televizyonu
yönetecek şekilde tasarlanıp üretilmiştir” dersiniz. Peki başka bir kişi
odaya girse ve şöyle dese: “Bu kumanda da televizyon da zaman içinde
tesadüfler sonucunda var olmuş, üstelik yine tesadüfler sonucunda
birbirlerine uyumlu hale gelmişlerdir.” Bu kişi hakkında ne
düşünürsünüz? Muhtemelen bu insanın akıl sağlığı hakkında ciddi şüpheler
duyarsınız.
Bu uyumun özel olarak ayarlanmış olması şarttır. Çünkü yeryüzündeki
bu bitkiye ait ilk tohum, üreyebilmek için başka bir mekanizmaya sahip
değildi. Ve eğer karıncaların ilgisini çekemeseydi şu an bir varlığının
olması da söz konusu olamayacaktı. (Üstelik karıncalar var olmasa hiçbir
şekilde yaşama ihtimalleri olmayacaktı.) Ama bu bitki vardır ve bu
durumun bize gösterdiği gerçek de açıkça ortadadır. Bu kusursuz uyumu
sağlayan şuur ne karıncaya ne de bitkiye aittir. Bu şuurun kaynağı, her
iki canlının sahip oldukları özelliklerden haberdar olan, bu canlıları
birbirlerine uyumlu şekilde yaratan üstün bir sahibi olan Allah’tır.
Allah her canlının Kendisi’ne boyun eğmiş olduğunu bir ayetinde şöyle
bildirmektedir:
Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’ bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)